SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI VE AİLE HEKİMLİĞİ

 5 Temmuz pazartesi günü ilimizde aile hekimliği uygulaması başlıyor. 2004 Yılında Düzce?de pilot olarak başlayan aile hekimliği, o günden bu güne neredeyse tüm Türkiye de pilot olarak uygulamaya geçmeye devam ediliyor.

 

Uygulama tüm ülkeye yayılmaya devam ederken aile hekimliği anlayışının temel ilkesi olan sevk zinciri ise siyasi nedenlerle henüz hayata geçirilmiş değildir. Peki, ülkemizde 1960?lardan bu güne uygulanan,  sağlık ocakları ve sağlık evleri esasına dayalı, iyileştirici-koruyucu hekimlik anlayışını ve ekip çalışmasını içinde barındıran bir sağlık sisteminden vazgeçip, aile hekimliği sistemine geçişin nedenlerini nedir? Bu sorunun cevabını verebilmek için konuya daha derinlemesine bakmak, aile hekimliğinin sadece bir bölümü olduğu sağlıkta dönüşüm programını iyi anlamak gerekiyor sanırım.

 

Öncelikle birinci basamak sağlık hizmetinin emekçileri olarak biz eczacıların ?sağlık hizmetinin? tanımını doğru yapması gerekmektedir. Sağlık hizmeti bir kamu hizmetidir. Yani tüm halkın ortak yararı gözetilerek verilen bir hizmettir. Kamu hizmeti ise adından da anlaşılacağı gibi ?ücretsiz?, ?ulaşılabilir? ve ?nitelikli? olmalıdır. Bu değerlendirme penceresinden baktığımızda sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmetlerinin yavaş yavaş kamu hizmeti olma özelliğinin terk edilip, çeşitli bahanelerle piyasalaştırma süreci içinde olunduğu kolayca fark edilecektir.

       

Ülkemizde uygulamaya konulan sağlık politikalarını temelde üç ayrı dönem olarak ele alabiliriz. 1924 ile 1960 yılları arasında ama özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında çağdaş bir bakış açısı içinde, Avrupa?da pek çok ülkeden daha ilerici bir sağlık anlayışı hâkim olsa da; savaştan yeni çıkmış bir ülkede bulaşıcı hastalıkları önlemek, bebek ölümlerini azaltmak, koruyucu hekimlik hizmetlerini yaygınlaştırmak temel amaç olmuştur. Kişinin sağlığının korunması ve sürdürülmesi toplumsal bir olgu olarak kabul görmüştür. Bu dönemde uzun süre Bakanlık görevinde bulunan Dr. Refik Saydam'ın sağlığın teşkilatlanma ve kurumsallaşmasında katkıları çok büyük ve kalıcı olmuştur.

 

Özellikle 1961 yılında yasalaşan 224 sayılı ?sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi hakkındaki kanun? ülkemizde çağdaş hekimlik uygulamalarına geçişin en önemli adımı olmuştur. Bu kanunla sağlık hizmetinin devletin temel görevi olduğunu ve bu hizmetin ücretsiz bir kamu hizmeti olduğunu gibi pek çok temel ilkelerin altı çizilmiştir.

 

1965 yılına kadar başarı ile uygulanan yasa bu tarihten sonra gelen bakanlar ve hükümetlerce sahiplenilmemiş, sistemin sağlıklı yürümesi engellenmiştir. Nüfusa göre sağlık evi, sağlık ocağı ve hastane kurulması ilkesine uyulmamış, sevk zinciri uygulanmamış, sağlığa hiçbir zaman yeterli ödenek ayrılmamıştır. Özellikle 1980 sonrası 224 sayılı yasanın temel mantığına ters olan ve hükümetlerce benimsenen neo-liberal politikalar ile bu sosyal ve çağdaş sağlık sistemi adeta çökertilmiştir.

 

2002 sonrasında mevcut sistemin neden doğru işlemediği sorgulanıp çözüm aranacağına, 224 sayılı yasa suçlanarak yeni sağlık reformları gündeme getirilmiş ve ?sağlıkta dönüşüm projesi? ortaya çıkmıştır. Dönüşüm, reform gibi havalı terimler ile ifade edilse de getirilmek istenen politikanın amacı; temelde sağlık alanında ?devletin sadece denetleyici ve düzenleyici rolünün güçlendirmek ve özel kesimin payını artırmaktır?.

 

5 Temmuz itibarı ile aile hekimliği sistemi ilimizde başlıyor. Yerleştirmeler yapıldı. Ortalama 3000?3500 kişilik nüfuslar bir hekime bağlandı. Sevk zinciri olmasa da uygulama hayata geçecek.

 

Aile hekimliği sisteminde, bir ekip işi olan sağlık hizmeti anlayışı terk edilecek, günde 80?100 hasta bakan bir hekimden, iyileştirici sağlık hizmeti yanında, ancak yoğun bir ekip çalışması ile yapılabilecek koruyucu hekimlik hizmeti de beklenecektir. Aşılama, çevre sağlığı, bulaşıcı hastalıklar, gebe bebek izlemleri vb. çalışmaların yapılmayacağı açıkça ortadadır. Sağlık ocakları sistemindeki iç denetim mekanizması doğal olarak ortadan kalkacaktır.

 

Aile sağlığı merkezleri birer işletme mantığı ile çalıştırılmak zorunda olacaktır. Çünkü hekim personel ile ayrı ayrı sözleşme imzalayacak ve kendiside bu işletmeyi yönetmek için işletmeci olmak zorunda kalacaktır. Hastanın müşteri olarak görülmesi bu sürecin doğal sonucudur. Bu durum hekim hasta arasındaki kutsal ilişkinin zedelenmesi anlamına gelmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında; Aile hekimliği birinci basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin ilk adımı olacaktır.

 

Denetim mekanizması yetersizliği nedeni ile etik bazı sorunların yaşanacağı ise bilinen bir gerçek. Bu etik bozulmaları önleyecek yasal düzenlemeler ise henüz yetersiz. Fakat bizler ilimizde buna müsaade etmemek için yoğun bir çaba içinde olacağız. İl sağlık müdürlüğü ile yapılacak ortak çalışmalarla sistemin negatif etkilerinin önlenmesi için gereken çabayı göstereceğiz.

 

Sonuç olarak gerçek çözüm; uluslararası sermaye güçlerinin yönlendirmesi ile kurulacak sistemler yerine, kendi ülke insanımızın beklentilerine cevap verecek, doğru sağlık sistemlerinin yapılandırılması ve hayata geçirilmesi olacaktır. Mesleğimizi, şeref ve onuru ile geleceğe taşımak için, bu süreçte biz eczacılara büyük sorumluluklar düşüyor. Mesleğin kutsal değerlerine sahip çıkmak ve kirlenmesini önlemek bizim elimizde. Piyasalaştırılmaya, özelleştirilmeye çalışılan sistemde, bu kirli oyunun parçası olmak veya olmamak eczacının tercihi olacak. Saygılarımla?

01 Mart 2011 - Okunma Sayısı : 7066